4.28.2012

Yürüdüm



Her sabah, her sabah olduğu gibi uyandım ve papatya çayımı içtim. Sabahlari uyanmak için sert bir kahveye ihtiyacı olanlardan değilim. Sabahları mutlu uyanirim ve bu mutluluk sonsuza dek sürecekmiş gibi gelir.


Sonra çıktım dışarı. Bazı insanlar savaşa gider gibi hazırlanıp çıkarlar. Ben sadece hırkami alıp çıktım. Yüzümde gülümseme olduğu sürece yenilmiş sayilmam ki?


Bütün gün yürüdüm. Ne yaptığımın bir önemi yok, ben sadece yürürüm. Yürürken de tam olarak hayat dediğim şey "başıma" gelir. Kar yağar, yağmur yağar, güneş açar, bir araba geçer, bir çocuk düşer, yaşli bir amca elinde mendille dilenir, babam anlatir, patronum yapmam gerekenleri söyler, bir adam bana gülümser, bir kedi kivrilir yatar, bir dost şarki söyler, otobüs korna çalar, toprak kokar ve ben yürürüm.



Bütün gün yolda yürüdüm. Sonsuza kadar yürüdüm ve biraz yorgun ama kesinlikle mutlu olarak yürümeye devam ettim. Sonra bir şey oldu, yanımdan bir kız geçti. Durdum. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti, öfkeyle karışık bir duygu patlaması yaşayacak gibiydi. Eli telefonuna gidiyor sonra vazgeçip telefonunu cebine koyuyordu. Bu hareketi belki on kez tekrarladı. Ne olduğunu sormaya cesaret edemezdim. O an sadece onun başını yaslayabileceği bir omuz olmak istedim. Onu "anladığımı" bilmesini istedim. Benim gibi mutlu biri onu nasıl anlaya bilirdi ki ?
Yanına yaklaştım. Yüzüne baktım. Bana baktı, ağlamamak için neden bu kadar tutuyordu ki kendini? Salı ver gitsin be kızım! Bana öylece baktı. Biraz daha yaklaştığımda sis perdesi girdi aramıza, görüntüsü bulanıklaştı. 

Elimle, buğulanan camı sildim. Ve yürümeye devam ettim.

***

Hep mi yalnızdık yoksa sevince mi yalnızlaştık?

No comments:

Post a Comment